Aykul Topçu Hukuk Bürosu


  YARGI VE SORUNLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME   EKO-HUKUK VE ORMANLARIMIZ   YABANCILARA ARAZİ SATIŞI KONUSUNDA HUKUKSAL İNCELEME   EKO-HUKUK ve ÜSTÜN KAMU YARARI   TEMEL DOĞAL VARLIKLARIMIZDAN ORMANLARIMIZ VE 2B SORUNU   TARIM ALANLARI ve MERALARDA AMAÇ DIŞI KULLANIM ve ÜSTÜN KAMU YARARI   ÜÇÜNCÜ KÖPRÜ VE EKO-HUKUK   YARGITAY İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME BÜYÜK GENEL KURULUNUN 30.04.2010 TARİH ve ESAS:2004/1 KARAR:2010/1 SAYILI İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARININ DEĞERLENDİRİLMESİ   DOĞAL VARLIKLARA ZARAR VEREBİLECEK YENİLENEBİLİR ENERJİ YATIRIMLARINDA DANIŞTAY UYGULAMASI ve ÜSTÜN KAMU YARARI   TABİATI VE BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİĞİ KORUMA KANUNU TASARISI DEĞERLENDİRMESİ ve ÖNERİLER   Havza Yönetimi , Örgütlenmesi ve Genel Su Kanunu (Su Çerçeve Yasası) Projesi   Türk Hukuk Sisteminde Çevre ile ilgili Konularda Bilgiye Erişim-Katılım-İdareye/Yargıya Ulaşım Hakları ve Aarhus Sözleşmesi   YABANCILARA ARAZİ SATIŞI KONUSUNDA ANAYASA MAHKEMESİNİN 2644 SAYILI TAPU KANUNU DEĞİŞİKLİĞİ İLE İLGİLİ 5872 SAYILI KANUN HAKKINDA SON KARARININ DEĞERLENDİRİLMESİ   ANAYASA MAHKEMESİNİN, 5831 SAYILI ve 3402 SAYILI KADASTRO ve 6831 SAYILI ORMAN KANUNU DEĞİŞTİREN KANUN HAKKINDAKİ 12.05.2011 TARİHLİ KARARININ DEĞERLENDİRİLMESİ   2A ve 2B ALANLARI İLE İLGİLİ TASARI ve CHP TEKLİFİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME   EKOLOJİK HUKUK AÇISINDAN YENİ ANAYASA GELİŞMELER-SORUNLAR-ÖNERİLER   648 SAYILI KHK ve DAYANAĞI 6223 SAYILI YETKİ KANUNUNUN EKOLOJİK HUKUK AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ   TÜRKİYE’DE EKOLOJİK HUKUK UYGULAMALARI (ve özelde Trakya)(ECOLOGİCAL LAW PRACTİCES IN TURKEY specially in Thrace)   KENT HUKUKU VE ŞEHİR PLANLAMASI AÇISINDAN TAKSİM MEYDANI YAYALAŞTIRMA PROJESİ  HUKUK SİSTEMİNDE TEMEL İNSAN HAKLARI ve GELİNEN SON AŞAMA; “DÖRDÜNCÜ KUŞAK HAKLAR ve BUNLARI TALEP HAKKI”  MERSİN-AKKUYU NÜKLEER GÜÇ SANTRALİ İLE İLGİLİ ÇED OLUMLU KARARININ ve NİHAİ ÇED RAPORUNUN HUKUKSAL AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ  MERSİN-AKKUYU NÜKLEER GÜÇ SANTRALİ ANLAŞMASININ HUKUKSAL AÇIDAN DEĞERLENDİRİLMESİ  TÜRKİYE’DE ÇEVRESEL ETKİ DEĞERLENDİRME HUKUKU ve SON ÇED YÖNETMELİĞİ

YARGI VE SORUNLARI ÜZERİNE BİR İNCELEME

       Ülkemizde uzunca bir süredir Yargıdan şikayet vardır. Yargı kararlarının taraflardan birini memnun etmemesi genel yakınması bir tarafa, uzun süren yargılama, cezaların yetersizliği, kararların uygulanamaması, cezaevleri v.s. herkesin yakındığı konulardır. Sosyo-ekonomik yapıdaki bozukluklar, gelir dağılımının adaletsizliği, gelişme veya gelişememe sancıları ile, IMF ve Dünya Bankası kıskacında bir Ülkede, Yargının sorunsuz olması düşünülemez. Bu yazıda sorunlar, Anayasadaki düzenlemeler, Yargının diğer erklerle ilişkisi ve Yargının, Sav-Savunma ve Yargılama üç ayağı arasındaki ilişkiler esas alınarak incelenecektir.

        Yargının özgürce konuşan ayağı olan savunma ve bunun bir ferdi olan bir savunman (Avukat) tarafından yapılan bu inceleme, ne kadar yansızlık iddiasında olursa olsun, durduğu ve baktığı cephe, savunma cephesidir. Bu tespitle konuyu incelemeye başlamayı, en azından okurlar karşısında dürüst olmanın bir gereği saymaktayım. Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti kuvvetler ayrılığı ilkesine göre, fakat hukukun üstünlüğü esas alınan bir Anayasal örgütlenmeye  sahiptir. Bunu, Anayasanın ikinci maddesinde açıkça görmek mümkündür. Zaman içerisinde yasama ile yargı, yürütme ile yargı arasındaki çekişme, daha doğrusu diğer iki erkin yargıya direnmesi, genç Cumhuriyetimizin anayasal tarihini oluşturmaktadır. 1961 Anayasası ile kurulan Anayasa Mahkemesi, Yasamanın hukuka uymasını sağlamış, fakat “Bu Anayasa ile Ülke yönetilemez”  söylemi ve 12 Mart 1971 sonrası gelişmeler sonucunda, Anayasa değişikliklerinin Anayasaya uygunluğu denetimi kaldırılarak çok ciddi bir geri adım atılmıştır. Yine 1961 Anayasası ile Yürütme ve onun yönetimindeki İdarenin yargısal denetimine de kısıtlamalar getirilmeye çalışılmış, bazı geri adım atma girişimleri önlenmiş, fakat maalesef, biri demokratik sol, öbürü de milliyetçi diye nitelenen iki partinin de ortağı olduğu Üçlü Koalisyon Hükümeti tarafından 1999 yılında Anayasanın, 47, 125 ve 155nci maddelerinde yapılan değişiklikle, tekel niteliği taşıyan kamu hizmetlerinin yürütülmesi ile ilgili imtiyaz sözleşmelerinin denetim ve yargılama hakkında bir gedik açılarak, uluslararası tahkim müessesesi oluşturulmuştur. Bu çok tehlikeli bir gelişmedir. Anayasal hukukta yargılama hakkı tartışılmaz bir egemenlik hakkıdır. Lozan’da yapılan en çetin tartışmaların mali ve hukuki ayrıcalıkların (kapitülasyon)  kaldırılması için yapıldığı hiç hatırdan çıkartılmamalıdır. Bu çok kısa tarihsel hatırlatma sonrasında öncelikle Anayasal düzenlemedeki yargının çeşitli organlarını ve sorunlarını incelemeye başlayabiliriz.

 

 

ANAYASADA YARGI  VE YARGI ORGANLARI İLE İLGİLİ DÜZENLEMELER

 

Anayasanın yargı bölümünde (138-160ncı maddelerinde), mahkemeler ve hakimlerle ilgili genel belirlemeler dışında, Devlet Güvenlik Mahkemeleri ve Askeri Yargı gibi iki özel düzenleme sonrasında Yüksek Mahkemeler başlığı altında Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay düzenlenmiştir. Anayasamızdaki madde dizinine göre konuyu incelediğimizde, aşağıdaki tespitlere ulaşmaktayız :

. Anayasanın 138 ila 142nci maddelerinde mahkemeler ve hakimlerle ilgili genel ve çağdaş düzenlemeler vardır. 

.143ncü Maddede yer alan Devlet Güvenlik Mahkemeleri oluşumlarından bu yana en çok üzerinde tartışılan yargı organları olup, mevcudiyetleri başta olmak üzere, yapıları, soruşturma ve yargılama usül ve esasları ile hep şikayet konusu olmuşlar ve hiç kimseye yaranamamışlardır. Bu Mahkemeler hem yoğun dava dosyaları ile ilgili yükün, hem de ulusal ve uluslar arası kamu oyunun baskılarına maruz kalmışlar, buna rağmen adil kararlar üretmeye çalışmışlardır. Özellikle soruşturma esnasındaki sanıkların savunman güvencelerinin yetersizliği ve yargılama sürecindeki genel ceza yargılamasından farklı usül, en önde gelen şikayetlerdendir.

. 144ncü Maddede ilk ciddi olumsuzluk ortaya çıkmaktadır. Bu hakim ve savcılarla ilgili denetim olup, bu denetim Adalet Bakanlığına bağlı müfettişlerce yapılmaktadır. Bu Hukuk Devleti olma iddiası ile bağdaşabilecek bir sistem değildir. Siyasi bir organa bağlı ve yürütmenin bir parçası olan Adalet Bakanlığı yerine, bu denetimi yapan müfettişlerin, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bağlı olarak görev yapmaları en doğru çözüm olacaktır.

. 145nci Maddede yer alan Askeri Yargı ile seyrek de olsa rastlanan eleştiri, bazı olaylarda Askeri Mahkemelerin sivilleri yargılaması üzerine odaklanmaktadır.

. 146 ve 153ncü Maddeler arasında Anayasa Mahkemesi düzenlenmiş olup, bu önemli yargı organı bir kısım aydınlarca tenkit edilen ve diğer müdahaleler ile eş tutulan 27 Mayıs 1960 sonrası kabul edilen 1961 Anayasasının çağdaş bir kazanımıdır. 1971 Sonrası “sosyal gelişmenin ekonomik gelişmeyi aştığı cümlesinde özetlenebilecek”  çağdışı bir anlayışın sonucu olarak Anayasa değişikliği ile ilgili kanunların esastan incelenme hukuku yok edilmiş olsa da, Anayasa Mahkemesi yarattığı içtihatlarla Türkiye Cumhuriyetinin ve hukukun güvencesi olmuş ve yine kendi yarattığı içtihatla kendisine yürürlüğü durdurma yetkisi vererek, hakimin hukuki boşlukta hukuk yaratma yetkisine en üst düzeyde örnek teşkil etmiştir. Bu yüksek yargı organı ile ilgili eleştirilecek konular ise ;

.. Anayasa Mahkemesi üyelerinin tamamının hukukçu olmaması,

.. Ve üyelerinin Cumhurbaşkanınca atanması, şeklinde sıralanabilir.

. 154ncü Maddede Yargıtay, 155nci maddede Danıştay, 156ncı maddede Askeri Yargıtay ve 157nci maddedeki Askeri Yüksek İdare Mahkemesi ve 158nci maddedeki Uyuşmazlık Mahkemesi ile ilgili ortak eleştiri, bu beş Yüksek Yargı organının üyelerinin atamalarının, tıpkı Anayasa Mahkemesinde olduğu gibi Cumhurbaşkanınca yapılmasıdır. Ayrıca yargı birliği temel ilkesi gereği ayrı bir Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi yerine, zaten kuruluş ve yargılama usülleri açısından diğerlerinden pek farkı olmayan bu iki kuruluşun, kadro, teşkilat ve özlük haklarını ve yasal güvencelerini aynen koruyarak sembolik bir bağlılıkla Yargıtay ve Danıştay içinde yer almaları, çağdaş ve Hukuk Devleti ilkesine uygun  bir düzenleme olacağı tartışmasızdır.

. 159ncu Maddede Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu düzenlenmektedir. Bu kurulun oluşumunda bilinen en büyük eleştiri, Adalet Bakanı ve Müsteşarının bu kurulda tabii üye olarak yer alması ve Adalet Bakanının bu kurulun başkanı olmasıdır.  1961 Anayasasında bu kurul, Yüksek Hakimler Kurulu olarak yer almakta ve bugünkü konumuna göre daha uygun bir konumda idi. Bilindiği üzere Cumhuriyet Savcılığı tarafsız bir görev olmayıp, bu görevi ifa edenleri Anayasal bir güvence altına alıp, Yargının üçüncü ayağı olan savunmayı bunun dışında bırakmak, hatta Anayasada yer dahi vermeyip bu kez 1982 Anayasası ile savı korumaya alıp savunmayı dışarıda bırakmak çok daha büyük bir hata oluşturmuştur. HUKUKA VE HUKUK DEVLETİNE EN UYGUN ÇÖZÜM, BU KURUL YERİNE, YARGININ ÜÇ UNSURUNUN DA EŞİT ŞEKİLDE YER ALDIĞI “YÜKSEK YARGI KURULU” OLUŞTURULMASIDIR. Bu kurulda hiçbir şekilde Adalet Bakanı ve Müsteşarı yer almamalıdır.

. 160ncı Maddede Sayıştay düzenlenmektedir. Bu düzenleme pek çok eleştiriye açıktır ve belki de 1982 Anayasasındaki en ciddi hukuk sorunudur. İncelemeye şu soru ile başlayalım. Sayıştay bir mahkememidir? Üyelerinin  hukukçu olma zorunluluğu olmadığı gibi, tamamı TBMM tarafından seçilen ve üyeleri o andaki TBMM çoğunluğunun eğilimine göre belirlenen bir kurul, yansız olamayacağı gibi, Mahkeme de olamaz. Bu nedenle Mahkeme olmayan bu kuruluş Yüksek Yargı Organı olarak da kabul edilemez. Bir kuruluşun yüksek yargı organları içinde yer almaması onun konumunu ve yüceliğini olumsuz yönde etkilemez.Dikkat edilirse Sayıştay, 1961 Anayasasının 127nci maddesinde ve yürütme bölümünde yer almakta ve en azından bu günkü düzenlemeden daha doğru bir konumda bulunmakta idi. TBMM adına mali denetim yapan bu organ, tarihi ve yerine getirdiği çok önemli görevler göz önüne alınarak, Yüksek Seçim Kurulu gibi Anayasanın yasama bölümünde yer almalıdır. Bir diğer olumsuzluk da Sayıştay kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasıdır. Anayasaya göre Danıştay ve Sayıştay kararları arasında fark oluştuğunda Danıştay kararları esas alınacaktır. Başta da belirttiğimiz gibi bu ciddi bir hukuki garabettir ve mutlaka düzeltilmeli ve Sayıştay kararlarına karşı Danıştay’da dava açılabilmelidir.

Bu bölümde belirtilebilecek diğer sorunlar ve çözüm önerileri şöylece sıralanabilir :

. Cumhurbaşkanı, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu, Yüksek Askeri Şura ve Yüksek Seçim Kurulu kararlarına karşı yargı yolu kapalı olup, seçim hukuku yasama ile ilgili olduğundan bu konudaki Yüksek Seçim Kurulu kararları ile ilgili itirazlara karşı Anayasa Mahkemesinde, diğer  kararlara karşı da ilgili idari yargı organları olan Danıştay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde, yargı yolu açık olmalıdır.

. Yüksek Yargı Organları ile, Üniversiteler Arası Kurul v.b. kuruluşlarkendi görevleri ile ilgili, Barolar Birliği de, Anayasanın 2nci maddesindeki Hukuk Devleti ilkesi ve Avukatlık Kanunun 95/21nci maddesi ile kendisine verilen “Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak” görevini yerine getirebilmesi için gerekli gördüğü konularda Anayasa Mahkemesinde iptal davası açabilmelidirler.

. Barolar Birliği Anayasanın yargı bölümünde yer almalıdır.

. Anayasanın 47, 125 ve 155nci maddelerinde yapılan değişiklikle, nelerin kamu hizmeti sayılacağının yargı organı yerine yasalar ile belirleneceği düzenlemesi ile, tekel hüviyetinde olan enerji, ulaştırma v.b. kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz sözleşmelerini Danıştay’ın inceleme ve yargısal denetimi dışına çıkartan ULUSLAR ARASI TAHKİM UYGULAMASINDAN VAZGEÇİLMELİDİR.

. Anayasanın 83ve 100ncü maddeleri değiştirilmeli, milletvekili ve bakan dokunulmazlıkları yeniden düzenlenmeli ve bu konuda yargısal güvence yeniden oluşturulmalıdır.

 

 

YARGILAMA VE İNFAZ İLE İLGİLİ SORUNLAR

 

. Yasalarımız ekolojik, ekonomik ve teknolojik gelişmeye uyum sağlamalıdır.

. İdare Mahkemelerindeki hukukçu yargıçların oranı mutlaka artırılmalı ve bu oran bu günkü oranın tam tersi olmalıdır. (İdari yargıda hukukçu yargıç oranı %25’e düşmüştür)

. İdari yargı kararlarının uygulanmaması mutlaka cezai yaptırıma bağlanmalıdır.

. İdari yargıdaki yürütmenin durdurulmasının, ayni anda hem açıkça hukuka aykırılık hem de telafisi güç veya imkansız zararlar oluşturmasına bağlanması ve birde üstelik gerekçeli olması kuralı, tedbir hukuku kavramına ters düşmekte olup mutlaka düzeltilmelidir.

. İdari yargılamada, idarenin de delillerini davacıya göndermesi Mahkemelerce aranmalıdır.

. Ceza Mahkemelerinde savcıların avukatlardan farklı ve hakimin yanında yer alması uygulamasına son verilmeli ve karar aşamasında salonun boşaltılması istendiğinde savcıların genelde duruşma salonundan ayrılmaması uygulamasına da son verilerek, kararın oluşumuna etkili olabileceği sanısı ortadan kaldırılmalıdır.

. Mahkeme salonlarına kamera ve fotoğraf makinesi sokulmamalı, ceza yargılamasındaki yayın yasağı bütün yargılamalara yaygınlaştırılmalıdır.

. Barolar üzerindeki Adalet Bakanlığının vesayetine son verilmelidir.

. Usul Yasalarında gerekli düzenleme yapılarak avukatlara en geniş delil toplama görev ve yetkisi verilmeli, hatta noksan delille dava açılmasına izin verilmemeli, gerektiğinde Mahkemelerce ön delil toplantısı yapılmalı, dava türlerine göre gerekli olan deliller yasalarda belirlenip, gereksiz delillerin toplanmasına son verilmeli ve Mahkemelerin elektronik ortamda resmi sicillere (Noter, Tapu, Kadastro, Nüfus, İmar, Gemi v.b.) ulaşması sağlanmalı ve yazışma ile delil toplanmasına son verilmeli ve böylece yargılama hızlandırılmalıdır.

. Bütün Mahkeme kararları ve özellikle Yüksek Yargı Organlarının kararları gerekçeli olmalıdır.

. Büyük oranda Yargıç ve Mahkeme eksiği mevcut olup, bu tamamlanmalı, yargının fiziki ve teknolojik koşulları ile, en geniş anlamda özlük hakları iyileştirilmelidir. Yargılamanın yavaşlığındaki bir neden de Mahkeme ve Yargıç eksikliğidir.

. Halkımız Devlete “Hükümet Konağı” nı, Mahkemelere de “Adliye Sarayı” nı kelime olarak layık görmüş ve bu dilimize yerleşmiştir. Özellikle İSTANBUL’da Mahkemelerin konumu her türlü olumsuz tanımın ötesine taşmıştır. En kısa zamanda ve mutlaka en az iki yakada  birer merkezi adliye sarayı yapılmalı ve bu günkü yakışıksız konuma son verilmelidir.

. İstinaf Mahkemeleri konusu tartışılmalı, fayda ve mahzurları ortaya konmalı ve artık kurulup kurulmaması konusunda bir karara varılmalıdır. Kanımca yargılamanın iyileştirilmesinde katkısı olmayacak ve işlerin daha da uzamasına sebep olacak bu mahkemeler artık gündemden çıkartılmalıdır. Aile Mahkemeleri ve bir türlü daha Ankara’da kurulamayan Fikri ve Sınai Haklar Mahkemeleri ile ilgili  olumsuzluklar ortada iken, yargılamada büyük bir kaos yaratacak olan istinaf mahkemeleri fikrinden vazgeçilmelidir.

. Bilirkişilik uygulamalarında da ciddi sıkıntılar mevcut olup, bunlar ;

.. Bilirkişilerin konu hakkında yeterlilikleri,

.. Bilirkişilerden neler istendiğinin açıkça karara bağlanmadan dosyaların verilmesi,

.. Hukuki konularda bilirkişi tayini,

.. Tarafların görüşü alınmadan Mahkemelerce resen bilirkişi tayininin teamül halini alması,

.. Bilirkişi incelemelerinin çok uzun zaman alması,

.. Bazı durumlarda güçlü tarafların bilirkişileri etkileme gayretleri,

.. Bilirkişilerin kendini yargıç yerine koyma arzuları,

.. Resmi bilirkişi hüviyetinde olan Adli Tıp Kurumundaki incelemelerin çok uzun sürelerde tamamlanması,

.. Mahkemelerin olası bozmaya karşılık, hiç gereği yok iken bilirkişi incelemesine başvurmaları, olarak sıralanabilir. Bu nedenle bilirkişi incelemelerinin usül hukukunda daha somut kurallara bağlanması bir çözüm olabilir.

. Adli Tıp Kurumunun görev çeşitliliği de düşünülerek artık adının Adli Bilimler Kurumuna dönüştürülmesi ve iş yükünü göğüsleyebilecek bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir.

. 3167 Sayılı ve kısaca Çek Yasası diye adlandıracağımız yasada yapılan değişiklikle, karşılıksız çek keşide edenler tarafından mağdur edilenler, bu kez de yasa yolu ile mağdur edilmişler ve bu kişilerin Yargıya ve dolayısıyla Devlete olan güvenleri sarsılmıştır. Bu konuda temel düşüncenin, karşılıksız çek keşide edenlerin, daha önceleri yani 3167 Sayılı Yasadan önce olduğu gibi dolandırıcılık eylemi ile cezalandırılmalarının daha adil olacağı  yönünde olduğudur.

. İnfaz sorunları olarak da ;

.. Mahkeme kararlarının gecikmesi veya infazında Devletin gücünü gösterememesi,

.. İcra takiplerinde Avukat ve icra memurlarına vaki saldırıların gittikçe artması, haciz işleminde yerel kolluğun iş yoğunluğu ve personel yetersizliği nedeni ile yardımcı olamaması veya olmaması, icrada Devletin Avukatı davalı veya borçlu ile karşı karşıya bırakması, adeta terk etmesi, bunların önlenebilmesi için ADLİ KOLLUK sisteminin bir an önce oluşturulması, 

.. Cezaevlerindeki savcı-müdür yönetimi karmaşası,

..Cezaevlerinin fiziki koşulları, yetersizliği ve doluluğu,

.. Cezaevlerinin ıslah ve topluma yeniden kazandırma yerine, suçlu üreten yerlere dönüşmesi,

.. Cezaevlerindeki araç ve personel yetersizliği nedeni ile duruşmalara getirilemeyen sanıkların uğradıkları hak kaybı,

..Cezaevlerine girişte yapılan güvenlik aramalarının artık işkenceye dönüşmesi,

.. Sıkça yapılan ve artık af niteliğini alan  şartlı salıvermeler, infaz hukukundaki indirimler sonunda ortada çekilecek bir cezanın kalmaması, cezaların caydırıcılığının kaybolması, vatandaşların Yargıya ve Devlete güvenlerini yitirmeleri ve bizzat veya yasa dışı örgütler aracılığı ile hak aramayı tercih etmeleri, sayılabilir.

 

 

HAK ARAMA VE AVUKATLARIN SORUNLARI

 

. Hangi tip dava olursa olsun, hak arayanların Avukat yardımı almaları hayati önemi haizdir. Fakat bunun maliyetine katlanabilme oranı oldukça düşüktür. Bunun sonucunda kişiler ya hak aramaktan vazgeçmekte, ya da birtakım yetkisiz ve bilgisiz kişilere yazdırdıkları dilekçelerle haklarını aramaya kalkmakta, bu da hem hak arayanları mağdur etmekte, hem de Mahkemeleri zor duruma sokmaktadır.  Çözüm HUKUK SİGORTASI sisteminin devreye girmesidir.

. Avukatların sağlık güvencelerinin olmayışı çok ciddi bir sorun olarak devam etmektedir. Avukatların ve stajyerlerin sağlık güvencesi kapsamına dahil edilmeleri önemlidir.

. Stajyerlerin staj süresince herhangi bir gelirden yoksun olmaları, farklı arayışları ortaya çıkarmaktadır. Bu süre içinde stajyerlerin yeterli kredi veya benzeri bir mali desteğe kavuşturulmaları gerekmektedir.

. Barolar Birliği asgari ücretleri günün koşullarına uygun hale getirilmelidir.

. Kamu avukatlarının özlük hakları, kanuni ücreti vekalet sorunları ve hukukçu olmayan müfettişlerce zorunlu itiraz, temyiz ve tashihi karara zorlanarak, bir yandan Devletin fahiş zararlara uğratılması, bir yandan da Kamudaki Avukatların işlevsizleştirmesi en önemli sorunlar olarak ortaya çıkmaktadır.

 

 

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

 

1.Yargıç olsun, Savcı olsun veya Avukat olsun, bütün uygulamacıların ortak noktası hukukçu olmalarıdır. Bu ortak noktada gözler bunları yetiştiren kurumlar olan Hukuk Fakültelerine ve burada verilen eğitime çevrilmektedir. Hukuk Fakültelerindeki sayısal artış, eğitimin niteliğini olumsuz yönde etkilerken, Vakıf Üniversitelerinin daha iyi olanaklar sunması sonucunda, köklü Hukuk Fakültelerinde kan kaybı oluşmuş, bu da daha kısıtlı sayıda ve parası olan öğrencilerin daha kaliteli eğitim alması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Bu da sonuç olarak yargıdaki kaliteyi olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca mevcut hukuk eğitimi de yetersiz olup, mutlaka felsefe, sosyoloji, psikoloji, edebiyat, dil ve dilbilgisi eğitimi ile desteklenerek beş yıla çıkartılmalıdır. Demek ki Yargıdaki en temel sorun, HUKUK EĞİTİMİ ve bunun KALİTE sorunudur.

 

2.  Yargıda kaliteyi etkileyen bir diğer sorun, hakim, savcı ve avukatların göreve başladıktan sonra kendi gelişimlerinin sadece kendi ilgi ve gayretlerine bağlı kalması ve hiçbir eğitim desteğini alamamalarıdır. Bu konuda örnek alınacak kurum Türk Silahlı Kuvvetleri olup, yargının bütün unsurlarına HİZMET İÇİ EĞİTİM VERİLMESİ BÜYÜK BİR ÖNEM KAZANMAKTADIR.

 

3. Yazımıza başlarken yargının en özgür unsuru olarak savunmayı belirtmiştik. Avukatlık mesleği, hak arayan, sorun çözen ve düşünce üreten ve hukukta yorum yaratarak, içtihatların oluşumunda temel rolü oynayan bir  meslek ve bir yönüyle de sanattır. Bu nedenle meslektaşlar arasında üstad deyimi kullanılır. Bunun temelinde Avukatın özgürlüğü yatar. Kişisel görüşüme göre, kamuda veya özel sektörde kadrolu Avukat olmamalı, bütün kurumlar avukatlık desteğini sözleşmelerle almalıdırlar. Kurumların arzu ettikleri takdirde kadrolarında Avukat bulundurmalarına izin verilmeli, bunlar danışman olarak çalışmalı fakat savunman olarak görev yapmamalıdırlar.

 

4. Yargının bütün unsurları, ancak bir arada olabildikleri takdirde başarılı olabileceklerine inanmalıdırlar. Ortak payda HUKUKÇU olmaktır. Yargının başarısı, yargıç, savcı ve avukat üçlüsünün ortak ve uyumlu çalışmasına bağlıdır.

Ve herkes bilmelidir ki :

YARGILAMA HAKKI,  BAĞIMSIZ VE EGEMEN BİR DEVLETE, ÇAĞDAŞ BİR HUKUK DEVLETİ OLMAK  DA, LAİK HUKUKA, SAHİP OLMAYI GEREKTİRİR.

Ekim-2003/Gayrettepe